· Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer.
KENYA ATASÖZÜ



20 Haziran 2011 Pazartesi

Bütün Şiirler...

Aşk şiiridir bütün şiirler.
Henrik Nordbrandt

15 Haziran 2011 Çarşamba

İSLAM VE İKTİSAT

Evvela iktisat nedir, ne anlama gelir, onu konuşalım. İktisat Arapça bir kelime ve kasıt kökünden geliyor. Aslında kelimenin kasıt kökünden geliyor olması bize iktisadın neliği, ne anlama geldiği, karşılığı hususunda ciddi ipuçları veriyor. Bu iş ilk etapta kişinin kendi al-verine bir kasıt, bir müdahale olarak başlayıp daha sonra ulusların al-ver’lerini düzenleyecek büyük bir ‘bilim’ olarak zuhur etmiştir. Ben kendi adıma iktisat’ın zuhurunu insan nefsinin en görkemli sanat eserlerinden biri olarak telakki ediyorum. İnsanın ‘kendi’ni düşünmesinin, benliğini öncelemesinin doğal bir sonucudur iktisat.
Zatı muhterem, dervişanın birisine sual eylemiş;
-Ey dervişan sen ne eylersin?
Dervişan:
-Bulduğumda şükrederim, bulamadığımda dua ederim.
  Zatı muhterem:
- Onu köpekler de yapar deyince dervişan atılmış;
- Peki, sen ne eylersin?
-Biz bulduğumuzda dağıtırız, bulamayınca şükrederiz.
İktisat işte tam bu meselde konuşulmaya başlanmalı. İktisat biliminin İslam dünyasındaki karşılığını tam da bu mesel mahiyetinde düşünmek icap eder diye düşünüyorum. Çünkü İslam mal biriktirmeye veya sermayeye değil bütün bu malı mülkü Allah yolunda infak etmemeye gazaplanır. Hazreti Ebubekir örneği karşımızda dimdik ve şüpheye mahal vermez bir halde durmaktadır. Evet, kısaca İslam malın mülkün karşısında olmaktan ziyade malın mülkün herkes için eşitlenmesi derdindedir. Hatta biraz daha ileri: malın mülkün insana şu fani ömründe perde olmaktan çıkıp girdiği yolda yoldaş olması. Eşyada dahi ruhun esintisi! Belki de İslam ve sosyalist düşünce en keskin olarak burada ayrılmaktadır: İslam malı mülkü bir engel olmaktan çıkarıp bir merdiven kılmaya, gönlün dikenli yollarında yeri geldiğinde elinden tutacak bir el olarak tasavvur ederken, sosyalist düşünce malı mülkü herkes için eşitleyip, herkesi nerdeyse aynı mahpusluğa davet etmektedir. Eşitlik ve adalet gibi maneviyattan hiçbir suretle ayırt edilemeyecek şeyleri, maddi dünyada eşitleyerek insanın derununa ve hakikatine bir nevi ket vurmaktadır sosyalist düşünce. Sanki herkes aynı parayı kazanınca insanın maddeye olan düşkünlüğü sona erecek de mesut mesut yaşayacak insanlık. Hayır, İslam gerçekçidir! Gerçekçidir çünkü maddi bir eşitliğin, maddi bir doygunluğun insana yetebileceği fikrinden uzaktır. İnsanın asıl derdini müşahede etmiştir bir kere. İnsan muhabbetle doyar, verdikçe artar, kaybettikçe kazanır, sevdikçe yükselir. O tadı alan malı mülkü görmez bile zaten. İstanbul Menkul Kıymetler borsasının ekranlarına bütün sistemleri çökerten şöyle bir beyit düştüğünü farz edin bir an: “canlar canını buldum, bu canım yağma olsun/assı ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun.” Ne güzel bir yer olur o zaman dünya!
Neyse efendim biraz da ‘gerçek’ dünyaya, modern iktisada bakalım. Sezai Karakoç “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” adlı eserinde kitabına şöyle başlar:”evvela ekonomi her şeyden evvel ahlak meselesidir.” Muhteşem bir teşhis!Böyle bir şart ile dünya ekonomik yapısına baktığımız vakit gördüklerimiz insanın kanını donduran cinsten.Çünkü yeni şekillenen dünyada ahlak ve ekonominin yan yana gelmesi nerdeyse anormal karşılanıyor.Kendisinin yeterince satış yaptığını düşünüp gelen müşteriyi “rakibine” yönlendiren istiğna ehli görse idi bu zamanları ne derin bir ah çekerdi acaba.Çünkü o adamlar bilirdi ki mal mülk dünyalıktır,karın doyurmak,fukara doyurmak,gönüller almak içindir;bitmeyen ihtiyaçlar,kabarık mevduat hesapları için değil.Bizde ekonominin ne kadar ahlak ve haysiyet dışına çıktığını anlamak için birkaç istatistiğe bakmak yeterli.Arap ülkelerindeki şeyhlerin gelirinin nerdeyse halklarının fakirliğini izale eyleyecek raddeye gelmesi,dünyanın en zengin ilk 100 müslümanı zekâtını hakkınca verir ise Afrika ekonomilerinin çok ciddi rahatlayacağı ve bir takım yapısal reformlarla düştüğü derin açlıktan kurtulabileceği.Ama ne yazık ki modern iktisat bilimi bunlarla pek ilgilenmiyor.O daha çok Amerikan merkez bankası faiz oranları ile Nijerya’da bir yılık portakal üretimi arasındaki korelâsyonları veya daha saçma daha faşizan daha burjuva takıntılarını kendine konu ediniyor.Evet,çok net söylüyorum dünyadaki ekonomistler açlık ve bölüşüm politikaları üzerine düşünmemeye,dünyanın bu iktisadı rezaletine bir çözüm, bir hakkaniyet getirmeye çalışmadığı müddetçe,yaptıkları boş işlerdir,kendileri kibir kulelerinde iktisadı anlamayanları eleştirmeye devam etsinler,onlar hayatı anlamamış,hayatı!
Bence artık sadece ne yapabilirizi konuşmalıyız, hiç daha fazla edebiyat yapmaya gerek yok. Evet, ne yapabiliriz?
Öncelikle ve ivedilikle İslam ve iktisat hususunda Müslüman entelektüeller düşünmeli, tartışmalı, paneller, konferanslar düzenlemeli. Büyük bir kalkınma hamlesinin bir parçası oldukları hem de önemli bir parçası oldukları bilincini de taşıyarak tabi.
Bakın kapitalist dünyanın en son içine düştüğü ve etkileri hala devam etmekte olan krizin basit bir sebebi var: dünya piyasasında gezinen aşırı para. Örneğin 10 milyar liralık mal var bütün dünyada ama 20 milyar para dolanıyor ortalıkta. Bunun sebebi ne: faiz! Faiz ne? Gerek yok tanımına; faiz haramdır. İşte çözümlerden en hayatisi. Öyleyse ne yapacağız? Faize direneceğiz ve hatta belki de bizim faize bu direncimiz sayesinde Batı, krizlerinin ardında gizliden gizliye beliren faizi sezer de hep yekûn beynelmilel bir faiz karşıtlığı başlar, ne dersiniz, hoş olmaz mı? Dünya ekonomisinin felahı faizden kurtulmakla mümkün gözüküyor buradan bakınca.
Son tahlilde ne söylenebilir? İnsan nefsi var olduğu sürece karışıklık, kaos, çelişki bitmez buna amenna. Örneğin enflasyonu yenmenin ilk şartı nefsi yenmektir aslında. Gelgelim somut maddi planda gerçekçi olarak ne yapabiliriz? Kafamızı çatlayıncaya kadar üzerinde düşünmemiz gerek. İslam medeniyetinin yeniden doğuşu elbette bir tek ekonomiye dayandırılamaz lakin ekonomi yok sayılarak da ortaya atılan bir medeniyet fikri güçsüzdür, zayıftır, gerçekçi değildir. Nasıl bir ekonomi peki? Ahlaklı, edepli ve haysiyetli. Öyle ki ekonominin büyüklüğü bunlarla ölçülmeli, bir takım rakamların ve yüzdelerin hükmüyle değil.
Ve ne demişti Sezai Karakoç, bir daha:”iktisat evvela ahlak meselesidir”.

Yunus Melih Özdağ

13 Haziran 2011 Pazartesi

Attığını muhakkak vur,zarifçe..

“Haydi ey şair,sen de uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle insanları uyandır,
ölen duyguları canlandır,unutulan görevleri hatırlat.Attığını muhakkak vur.Sen,
aşk deyince bilsinler ki artık,o şimdiye kadar bildikleri değildir.”
                  Cahit Zarifoğlu

2 Haziran 2011 Perşembe

Edebiyat dergileri ne işe yarar?




Edebiyat dergileri ne işe yarar?
Edebiyat dergileri ne işe yarar sorusunu sormak aynı zamanda edebiyat ne işe yarar sorusunu sormak ile bir midir? Evvela bunu yanıtlamanın daha evla olduğu kanısındayım. Edebiyat dergileri edebiyatın bütünüyle kendisi değildir belki ama koludur, bacağıdır, dilidir dergiler edebiyatın. Günün yazılmakta olan şiirinin, hikâyesinin, denemesinin kısacası bir ülkenin ruhi, kalbi, akli icraatının dibacesidir dergiler. Cemil Meriç dergiler için "tefekkürün hür kaleleri" diyor, biraz bunun üzerinden gitmek istiyorum. Nedir hür tefekkür? Ben hür tefekkürden ideoloji ve fikirlerin rahatça ifade edilmesinden çok daha fazla şey anlıyorum. Hür tefekkür yazdıklarının onca insana gideceğine ve gittiği onca insanda gittiği insan sayısı kadar farklı etkiler oluşturacağını bile bile kalemi eline almak ve kalbine/aklına düşeni yazmaktır. Tefekkürün hür olması için evvela o tefekkürün kişinin kendinden, kendi göğüs kafesinden veya akıl mapusanesinden cemiyete salınması şarttır. Hürlük insanın evvela kendinde başlayan bir mefhumdur; siyasi, sosyolojik hürlük sonra gelir. Peki, konumuza dönelim; bugün edebiyat dergileri gerçekten hür tefekkürün kaleleri mi? Sanmıyorum. Mesela hangi edebiyat dergisinde yayımlanan bir şiir, bir öykü, bir deneme veyahut eleştiri gündeme geliyor? Edebiyat kendi küçük göletinde yüzüp, yüzdürülüp duruyor hâlbuki ona ummanlar yaraşır. Ben çokça söylendiği gibi edebiyat dergilerinin az satmasını, gündem oluşturamamasını toplumun entelektüel seviyesiyle ilintili görenleri haklı bulmuyorum. Evet, doğru gazete bile okumayan bir toplumda dergi meselesi tahmin edilir ki çok daha çetrefilli bir meseledir. Peki, ama edebiyatçılar burada hiç suçlu değil mi? Örneğin Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor, devrimler, isyanlar. Ortadoğu demek dünya demek değil mi? Hangi edebiyat dergisinde bununla alakalı bir metin gördünüz? Mesela Mısır devrimi sırasında ve sonrasında neden bir Mısırlı şairle mülakat yapılmaz veya Suriyeli bir ressam veya Bahreynli bir romancı. İçerde durum çok mu farklı sanki? Ülkenin yaşadığı durumlarla alakalı ideolojisini bir kenara bırakıp bir şair, bir edip gibi yazıp çizen gördünüz mü hiç?Varsa yoksa yıllardır konuşulup duran ve konuşulup durulmasından ötürü artık belleklerde bir gemi enkazı gibi duran mevzular.Bu memlekette zaten hiç bir konu enine boyuna,derinlemesine konuşulmuyor,bir de aynı ataleti,fasıklığı ve sığlığı edebiyat dünyasında da görmek insana büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Abdülkadir Budak edebiyatımıza bir Kemal Kılıçdaroğlu lazım diyor; dürüst, erdemli. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ahlakını tartışmak istemem ama bir şairin böyle bir yorum yapması gerçekten içler acısı değil mi? İdeoloji bir insanın gözüne hele hele bir şairin gözüne böyle perde olabilir mi Allah aşkına? Bir şair ülkenin edebiyatına bir siyasetçi dürüstlüğünü davet ediyorsa, vay halimize. Ki bu siyasetçi yaklaşık 100 yıldır bu ülkeyi hallaç pamuğuna çeviren ve nerdeyse ülkenin toprağına fikri zeminde hiçbir şey katmamış bir siyasanın temsilcisi iken?

Diğer dergiler de bundan çok mu farklı sanki? Kitaplık dergisi memur şairleri ile edebiyatımıza banka reklamlarından başka bir şey katmıyor nicedir. İnsanın dergiyi gördükçe “ah ulan o para bende olacaktı” diyesi geliyor. Varlık sermayeden yemeye devam ediyor gerçi öyle bir sermaye ki o da ye ye bitmez. Dergâh kendi köşesinde mazbut ve istikrarlı ama "hareket"i onların da nicedir ihmal ettiğini söylemek gerek. Edebiyat Ortamı dergisi duruşu olan bir dergi, bu önemli. Şimdilik dergi için tek temenni: sesini biraz daha yükseltmesi, bağırması değil kulağı ağır işitenlere de seslenebilmesi.

En başta sorduğumuz soruya dönerek bitirelim yazımızı: edebiyat dergileri ne işe yarar? Edebiyat hayata benzemeli başka türlü bir şeye de benzemez. Edebiyat dergileri de bir işe yarayacaksa hayata benzemeli, hayatın herkesin toplamından daha büyük daha kuvvetli bir şey olduğu bilgisi dâhilinde ha bire hayata çullanmalı, hayatı sormalı, hayatı konuşmalı, hayata yetişmeli. Sadece edebiyattan anlayan edebiyattan da anlamaz; şair, edip, eleştirmen hayatın meydanında olmalı, mevzuların göbeğinde olmalı. Şair Mustafa Aydoğan’ın çok güzel bir sözü var, öyle bitirelim yazımızı: bir ülkenin tarihi şairlerinin tarihidir!

Yunus Melih Özdağ