· Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer.
KENYA ATASÖZÜ



4 Temmuz 2011 Pazartesi

Cahit Zarifoğlu: Devrim ve İman

Geçenlerde bir internet sitesinde* enteresan bir ankete katıldım. Soru şu idi: hangi şair öğretmeniniz olsun isterdiniz? Daha şıklara bakmadan Zarifoğlu diye geçirdim içimden. Bir de baktım Zarifoğlu şıklarda. Diğer isimler ise şöyle: Mehmet Akif, Necip Fazıl, İsmet Özel, Atilla İlhan, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç. Anket neticesinde ankete katılanların %36’sı Mehmet Akif demiş,%31’i ise Necip Fazıl. Geri kalan isimlerin hepsi %10’nun altında.

Hem Akif hem Necip Fazıl hiç kuşku yok ki 20.yüzyıla damga vurmuş, kendinden sonra gelen kuşaklar için bu toprakların fikriyat dünyasını mayalamış isimler. Akif bu ülkede müslümanca tavrın, çağın her meselesine karşı İslamı ve imanı kuşanmanın öncüsüdür. Akif ‘inanmış adam’dır. Bugün Türkiye’de yazılmakta olan eylem şiirinin neşet ettiği yer Akif’in şiiridir. Eylem şiiri derken neyi kastediyoruz? Devrim ve iman eylem şiirinde yan yanadır. Eylem şiiri üst perdeden konuşmaz belki ama sesi kısık değildir, alanlara ne kadar değginse eviçlerine de o denli nüfuz eder. Aklın kasları ihmal edilmez lakin mesele gönüllerdedir. Zulme karşıdır, mazlumun yanındadır fakat en son tahlilde aradığı Rıza-i İlahiyedir. Görünen o ki Türk şiirinin de gelip dayandığı nokta bizim burada bahsettiğimiz eylem şiiri noktasına gün be gün yekiniyor. Türkiye ayağa kalktıkça Türk şiiri de ellenip ayaklanıyor. Türkiye’nin ayağa kalkması meselesi çok daha siyasi bir mesele olduğundan pek girmek istemiyorum ama şunu da gözden kaçırmamak lazım: Türk şiiri dikleniyor, sesi yükseliyor demek ki Türkiye’de ‘bir şeyler’ oluyor. Bugün Türk dış politikası 70’lerde Sezai Karakoç’un haykırdığı noktaya doğru dörtnala koşmuyor mu? Evet, bugün Türk dış politikası 70’lerde bir şairin işaret ettiği yerlere sürüyor atını. Bakmayın şiir azalıyor diyen karamsar zevata, Türk şiiri kaybolmaz, hakiki olan paslanmaz. Akif işte bugünlerin şiirinde belki de en fazla katkısı olan şairdir. Çünkü Akif’ boyun eğmemek’ denen kelimeyi soktu şiire. Necip Fazıl ise bambaşka bir soluk getirdi bu şiire. Geçen yüzyılın en yetenekli şairlerinden biriydi Kısakürek. Necip Fazıl Akif’in açtığı yola birkaç zekâ çiçeği eklemekle kalmadı ayrıca Müslüman aydına, şaire, yazara komplekssiz olmayı öğretti. Çağa karşı durmayı öğretti, çağın zehrine bir ecza oldu her söylediği. Sezai Karakoç’a gelirsek, kabul etmek gerekir ki Karakoç Akif’i ve Necip Fazıl’ı en iyi anlayan şairlerden biri belki de ilki. Tam manasıyla bir üstattır Karakoç. Akif’in berk imanı Necip Fazıl’ın zekâsı ve bir de derin Anadolu. Karakoç resmi budur kanımca. Az evvel de değinmiştik Karakoç bugünkü Türk dış politikasının mimarı, fikir işçisidir. Yalnızca bu mu? Karakoç bu coğrafyanın ritmidir, temposu hiç düşmez onun. Sustuğunda dahi sürer gider Karakoç. Karakoç’un şiire getirdiği tazelik, şiirine konu ettiği ufuklar, edebiyata ilişkin notları ve daha birçok hizmeti Karakoç’u kendinden sonra gelenleri çok derinden etkileyen bir şair olarak etiketlememize sebebiyet veriyor lakin şunu da eklemek gerekir: kendinden önceki şairlerden çok daha iyi bir şairdir Karakoç. Akifin imanlı temposu Kısakürek’in zekâ pırıltıları onun şiirinde artık zirvededir.
Gelgelim Zarifoğlu’na. Hemen ilk elde söylemeliyim: Türk şiirinin en özel şairidir. Zarifoğlu. Müstesnadır. Yazdığı şiir dolaysızdır. Akif de vardır şiirinde, Necip Fazıl da Karakoç da. Lakin onun şiiri bambaşkadır. Şiirin insanda değdiği yerleri onun kadar zorlayan bir şair olmuş mudur? Zannetmem. Zarifoğlu şiiri devrim ve imandır. Ne imansız bir devrim uğultusu ne de devrimsiz bir iman kuruluğudur. Harekettir Zarifoğlu, sestir, öfkedir yerine göre, yerine göre simsiyah bir hasrettir. Onun kelimeleri şapkasızdır, üstsüz başsızdır, kara kavruktur. Fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin hak dünyasında hastalanan bir adamdır o. anadan doğma şairdir o, şairlerin hasıdır. Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türk şiirinde Akif’le başlayan Kısakürek’le kimlik bulan Karakoç’la istikamet tayin eden müslümanca tavır Zarifoğlu’yla artık harekete geçmiştir. Bugünün şiirinin özdeki karşılığı Akifse, dilde ve tavırdaki karşılığı Zarifoğlu şiiridir. Devrim ve iman demiştik Zarifoğlu şirine, bunu biraz açalım: İslam dirilişinin harekete geçtiği yerdir Zarifoğlu şiiri. Bugün Hakan Albayrak tavrı,Mavi Marmara hareketi,İttihad-ı İslam davası,2000’lerin dolaysız,net şairleri Zarifoğlu şiirinin ve duruşunun bir izdüşümüdür. Ağır ağır açan, açıldıkça açılan bir şiirdir zira Zarifoğlu şiiri. Zarifoğlu’nun Afgan savaşında yazdığı şiirler bugünkü sesi gür şiirin, direniş şiirinin de el kitabıdır. Devrimcidir ama imanı esas alır, dünyayı değiştirmek için değil mahşerde alnı açık hesap verebilmek içindir devrimciliği. İsmi ile müsemmadır: cehd eder onun şiiri, mücahittir. ”Yazdıkların şiir değilse kalsın, cennetse sevdan çık dışarı”.  İşte budur Cahit Zarifoğlu tavrı. Tavizsizdir ama merhamet kaynar.
Kabul etmek gerekirse şiir artık imgeyi kaldırmıyor. Daha doğrusu yeni şiirin beygirleri artık imge değil. İmge şiirin birimi olmaktan çıktı. Dünya şiirini bilmem ama Türk şiiri artık böyle. Yeni şiirin birimi harekettir, bir başka deyişle eylem. Hareket şiirde imgeyi dışlamıyor belki ama kutsamıyor da. Şiirin seyri neyi gerektiriyorsa hareket onu monte ediyor şiire. Aslında şöyle de diyebiliriz imge artık yeni şiirde statik bir konuma sahip değil şiirin koştuğu atlara imgenin kendisi de dâhil oluyor, imge hareketleniyor. Çağın icbar ettiği hızdan mıdır bu hareket peki? Bir yanıyla evet denebilir buna lakin şiir çağın kendi hızını da aşmış durumda bugün.(tarihin her döneminde bu böyledir aslında) Bu hız şiirin değerini düşürür mü peki? O zaman aynı yere dönüyoruz; devrim imanla beslenmedikçe devrim olmaz, hız ilimle sarmalanmadıkça bir yere varmaz. Cahit Koytak bugün Taraf’taki köşesinde köşe yazısı yerine şiir yazıyorsa ve bu şiir imgeden arî bir şiir ise bunu uzun uzun düşünmek icap eder. Koytak her ne kadar Zarifoğlu sulbünden bir şiir yazmasa da farklı bir damardan aynı hareketli şiiri yazıyor bugün. Öyle ki Koytak hareket uğruna şiirin kendisinden dahi taviz vermekten gocunmuyor. Şiir hakkından feragat ediyor bir nevi. Şiir artık o kadar dallanıp budaklandı ki şair şairanelikten vazgeçebiliyor, şiir anlam uğruna müziğini heba etmekten gocunmuyor. İlhan Berk yıllar önce” anlam rastlantıdır” demişti. Şiir artık anlamın rastlantı olduğu vadiyi de çoktan aşmış bulunuyor, artık anlam esastır. Bu bir bakıma 2.yeni şiirinin de aşılmış olduğunu haber veriyor. Akımlar gelir geçer, aslolan anlamdır bir bakıma ve anlam çağın koşullarına göre biçim değiştiriyor o kadar. Yukarıda Koytak’ın bir gazete köşesinde yazdığı şiirle, şiir hakkından dahi taviz verdiğini söylemiştik. Bu birçok şair için kabul edilemez bulunabilir lakin bu bana o kadar da korkulacak bir şey gibi gelmiyor. Niye değil peki? Çünkü Türk şiirin kökleri sağlamdır. Koytak daha evvel yazdığı imge yoğun şiirden daha yalın bir şiire yelken açıyor. Yalın ama basit değil; yalın ama hareketli. Mesele kolay okunan bir şiir değil elbette yoksa Zarifoğlu’ndan hiç bahsetmezdik, mesele yalın ama yavan olmayan ‘söz’ün ardına düşmek. Koytak’ın şiirinin hakkını elbette zaman verecek ama şöyle ya da böyle bugün şiirdeki durulaşma ve netlik köklerini doğrudan Zarifoğlu şiirinden almıyor belki ama bu yeni duruşun köklerini Zarifoğlu’nda aramamız gerekir. Bu yeni şiirin özünde var bulunan hareketlilik Zarifoğlu’nun’ kapalı’ şiirinde de mevcut idi. Bir bakıma yeni şiir Zarifoğlu şiirine düşülmüş şerhlerdir, şiirin bütünü olmasa da en azından yeni şiirin en geniş damarı böyle. Komplekslerinden, dini önyargılarından arınmış sol şiiri de bu söylediklerime dâhildir. Lakin geleneği hala bir biçim şeklinde saptayan, çağın akışına kendi şiirini uyduramayan, şiirine hareket katamayan ‘muhafazakâr’ şairler bu söylediklerimizin dışındadır.
Zarifoğlu’nun ölmeden hemen evvel söylediği bir söz var,”Yunus gibi şiirler yazmak isterdim” diyor Zarifoğlu. Son olarak burada biraz duralım: Rus edebiyatı Gogol’un paltosundan çıktı ise Türk şiiri de Yunus’un hırkasından çıkmıştır. Zarifoğlu neden Yunus gibi şiirler yazmak istediğini söylüyor en sonunda? Ki kendi şiiri kendini en zor ele veren şiirlerden biri iken. Ben şöyle yorumluyorum bunu: yeni zamanlar Yunus’un netliğine, dolaysızlığına muhtaç çünkü. Batı kendisi de dâhil olmak üzere herkesin üzerine son 3-4 yüzyıldır öyle bir kavram enkazı yıktı ki, zihinler o denli bulanık ve düşünceler o denli kaygan ki Yunus’un dili ancak temizleyebiliyor bu karmaşık zihin yığınlarını. ’Sevdiğim söylemez isem sevmek derdi beni boğar’. Açık,net,doğrudan. Zarifoğlu Yunus’a geri dönüşün de bir simgesidir. Kendi öznel şairlik tarihi de Türk şiirinin tarihinin minyatürüdür bu yüzden.’İşaret Çocukları’ndan ‘Menziller’e,’Korku ve Yakarış’a. Denebilir ki onun şiirinde sözün gittikçe daha rafine, daha açık, daha doğrudan bir şekle bürünmesi kendinden sonraki şiirin seyri seferinde de sürmüş ve hala sürmektedir. Yazının sonuna geldik ve metnin müellifi olarak hala Zarifoğlu’nun bugünkü şiirdeki karşılığını tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum. Ondan, onun şiirinden, onun tavrından öğreneceğimiz milyonla şey var daha.

Ben işte bu sebeple öğretmenim Cahit Zarifoğlu olsun isterdim.

Şimdi hareket vakti!


Yunus Melih Özdağ (Edebiyat Ortamı,sayı 20)

*www.haberkultur.net

Hiç yorum yok: