

Mustafa Kutlu ile ilgili yazı kaleme alacak adamın karşısında eğer ki daha önce de bir şair, bir hikâyeci ile ilgili bir şeyler karalamışsa daha evvel karşılaşmadığı nevinden bir zorluk belirir. İyi bir hikâyeci iyi bir söz ustası olması bir yana Kutlu üzerinde herkesin hemfikir olduğu bir ediptir ve takdir edersiniz ki herkesin hemfikir olduğu bir adamı yazmak zordur. Herkes diyorsak bu ‘her meşrep’ anlaşılsın yoksa herkesin üzerinde hemfikir olduğunu söylersek Kutlu’ya haksızlık etmiş oluruz. İyisi mi biz bu ‘her meşrep’ olayını iyice bir açalım. Vira bismillah. Evvela şunu belirtelim: Kutlu’nun hikâyelerinden bir lezzet almanın terazisi edebiyattan anlamaktan ziyade sohbetten anlamak, çay içmekten anlamaktır. Bu böyledir. Mustafa Kutlu hikâye yazmaz, sizi İstanbul manzaralı bir mekâna çağırır, çay doldurur, bir hikâye hatta birkaç hikâye anlatır, gönderir. İyi kitap okunmaz zaten, dinlenir.(iyi şiirin de şaşmaz bir terazisi vardır, adama direk sigara yaktırır).Çünkü edebiyata değil hayata inanır Kutlu. Sözü yalnızca kelimelere, cümlelere mahkûm etmez. Söz onun öykülerinde bazen kahramanların anlatamadığı belki de bile isteye anlatmadığı bazense yazarın anlatmaktan imtina ettiği yerlerden de neşet eder. Sözü cümlelere dökmek kısmına gelince, Kutlu’nun kullandığı kelimeler üzerinde ecdadın yüzyıllarca gezindiği, adımlaya adımlaya parlattığı ve üzerinde artık bir anlam kristali oluşmuş kelimelerdir. Kutlu’nun dilindeki sadeliğe denk olarak hikâyelerinde yarattığı derinlik ve dahi incelik burada aranmalıdır. Aktüel olanı kadim kelimelerle anlatır Kutlu böylelikle kadim olanı aktüel kılar daha doğrusu okuruna kadim olanın hep aktüel kaldığını hatırlatır. Kutlu’nun hikâyelerinde ‘şimdi’ geleneğin vardığı son noktadır,’sonra’ ise geleneğin bir sonraki istasyonu. Zamanın yekpare, parçalanamaz olduğunu, değişenin değişmeyen değişmesin diye değiştiğini, hülasa asıl olarak hiçbir şeyin değişmediğini sezgilerim hep Kutlu’nun anlattıklarında.
Kutlu’nun her damağa meşrebince bir tat verdiğinden bahsetmiştik, bu genellemeyi yaparken edebiyatla hemhal olmuş kişiler veya kitap kurtları değil sadece menzilim. Hayatında Minyeli Abdullah’tan başka kitap okumamış babama da Kutlu kitabı okuttuğumda sonuç değişmiyor, anneme de amcamın oğluna da. Benim en çok hediye ettiğim kitaptır “Mavi Kuş” mesela. Arkadaşlarım arasında “Mavi Kuş” hediye etmediğim yok gibidir nerdeyse veya bana bir kitap söyle okuyayım desin biri, tak: Uzun Hikâye, Mavi Kuş, Menekşeli Mektup. Şaşmaz! Bir yazarın iyiliğinin de sanırım koşulu bu, kim ne derse desin: herkes kendi kavlince bir şeyler bulup çıkaracak, bir lezzet alacak. Bana metinlerarasılıktan, kurgu tekniğinden şundan bundan bahsetmeyin. Çay demleme ihtiyacı veriyor mu bir hikâye, dostlarla muhabbet edesin geliyor mu, anneni arayıp hal hatır sorasın geliyor mu, tamam. Biz ne anladıysak sohbetten, muhabbetten, çaydan anladık. Bu böyledir. Bizim medeniyetimiz bir çay medeniyetidir. İslam bir sohbet dinidir. Efendimiz “din nasihattir” buyuruyor. Nasihat ayrı sohbet ayrı diye düşünmeyin, aynı şeydir. Nasihat nush kökünden gelir ve bu da yapılan bir işin şaibelerden korunmasıdır. Yani nasihat bir öğüt olmaktan ziyade sohbetle, muhabbetle insanın kendisini şaibeden korumasıdır. Zorlama bir bağlantı kurulduğum sanılmasın, her sohbet nasihattir, her nasihat sohbettir. Mustafa Kutlu’nun her hikâyesi sohbettir, nasihattır. Ben geleneğin bu anlamda modern Türk edebiyatında en iyi temsillerinden birinin de Kutlu hikâyeleri olduğunu düşünüyorum. Gelenek çağın kıstırmalarına, kışkırtmalarına insanlığın kadim eczası olan muhabbetle kılıç kuşanılabileceğini fısıldamaz mı hep? Daha doğrusu geleneğin doğru tanımın da bu olduğuna inanıyorum. Gelenek demek sohbet demek, muhabbet demek, menkıbe demek, hikâye demek. Elbette örf ve adetlerden, ananelerden çok daha köklü ve çok derin bir yerdir gelenek. Gelenekle hesaplaşılmaz, faydalanılır. Hesaplaşılacak olan bidatlerdir, bir takım saçma sapan örfler, adetlerdir. Zaten iyi olan zamana kalır. Gelenek zamanın koridorunda“doğru”nun kendini şaibe ve bidatlerden korumasıdır, insanlığın birikiminin nesilden nesile tertemiz ak pak bir su gibi akmasıdır. Akan su bulanık olmaz.
Kutlu’nun hikâyelerinde beni mest eden bir şey daha var: Bu topraklar. Sapına kadar yerlidir Kutlu ama yerel değil ve bu yerlilik onun hikâyelerini has muhabbete dönüştürüyor. Kendini, etrafını, memleketini anlatmayan insan ne anlatabilir ki? Bütün insanlığa seslenmenin yolu etrafına seslenmekten geçmez mi? Efendimize Allah ilk tebliği akrabalarına, yakın çevresine yapmasını emretmedi mi? Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber işe evvela kendi ailesinden başlamadı mı? En iyi bildiklerinden, en iyi tanıdıklarından? Demek ki evrenselliğin koşulu da yerli olmaktır. Kutlu’nun hikâyelerinde Anadolu vardır gürül gürül. İyisiyle kötüsüyle acısıyla tatlısıyla şiiriyle küfrüyle Anadolu. Böyledir, her hikâyesinde herkesin bir ayağı Anadolu’dadır, yazarı dâhil. Bence Kutlu’yu bu denli okunaklı kılan, hikâyelerindeki lezzetin temel kaynağı da bu Anadolulukta aranmalıdır. Zira bu Anadolu öyle bir Anadolu’dur ki dervişler kol gezer, âşıklar saz çalar, türküler susmaz, çile bitmez, peygamber sevilir, övgüsü bitmez, felekle cenk bitmez, dualar dinmez, muhabbet eksilmez.
En son olarak Kutlu’nun beni benden alan kitaplarından bahsetmek istiyorum. Bu kitapları alın okuyun diye mi? Yok yok hiç değil, ufak da olsa o kitaplara duyduğum minnetin sırtımdaki ağırlığı biraz olsun dinsin diye.
Menekşeli Mektup: Bir Hac hikâyesi anlatır ki orda Kutlu umreye gitmiş kadar olur insan.
Mavi Kuş: Özel bir parantez açmak gerekir Mavi Kuş’a, zira dilde bu kadar sade kalabilip özde bu kadar derine inmek çok az kitapta rastlanır bir husustur. Gerçeğin nerde başlayıp nerde bittiği, gerçeğin esas mahiyeti gene bir Anadolu hikâyesi vesilesiyle anlatılıyor kitapta. Ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin de kitabınkine benzer senaryoda bir filmi vardır: Kirazın Tadı. Kutlu’nun bu filmden haberi var mıdır bilmem ama aynı temanın bir mahir yönetmen ve usta bir hikâyeci elinde nasıl insanı mest ettiğini göreceksiniz. Ben itiraf ediyorum Kutlu’nun Mavi Kuş’u belki mevzuu bize Anadolu üzerinden anlattığı için daha lezzetli gelmişti bana. Anadolu’yu daha iyi bildiğimden onun bende neye karşılık geldiğini daha çabuk kestirebildiğimden olsa gerek.
Bir de uzun hikâye. O ne hikâyeydi be!
Son söz: Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini okumak cuma namazı çıkışı cemaatten hiç tanımadığın birine Allah kabul etsin demek gibidir. Öylesine bir ünsiyettir!
Yunus Melih Özdağ
Edebiyat Ortamı/Sayı 19
3 yorum:
kısa süre önce keşfettim Mustafa Kutlu'yu..belki geç oldu ama kitaplarının çoğunu okudum hemen..beyhude ömrüme bir güzellik kattı Mustafa Kutlu .. iyi ki yazmışsın, güzel insansın Yunus..
Mustafa Kutlu üzerine yazılmış böylesine sorunlu bir metne ilk defa rastladım desem yeridir. Berbat bir dil; inceliksiz ve bir o kadar da kural dışı..."takdir edersiniz ki herkesin hemfikir olduğu bir adamı yazmak zordur." Adam yazılmaz, adam hakkında yazı yazılır ya da adam eleştirilir. "Kutlu’nun hikâyelerinden bir lezzet almanın terazisi edebiyattan anlamaktan ziyade sohbetten anlamak, çay içmekten anlamaktır." Terazisi mi, güldürmeyin beni"ölçüsü" demek istediniz galiba? "Sapına kadar yerlidir Kutlu..." Kutlu ustaya da sap taktın ya artık ne diyeyim bilemiyorum. Serapa dil yanlışlarıyla dolu bir metin. Üstelik bu metni bir de "Edebiyat Ortamı" nam dergide yayınlamazlar mı! Üzüldüm çok üzüldüm.
"Son söz: Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini okumak cuma namazı çıkışı cemaatten hiç tanımadığın birine Allah kabul etsin demek gibidir. Öylesine bir ünsiyettir!"
yunus harikasın ya ..
Yorum Gönder